Fotoğraf: Özlem Songül Abayoğlu/Evrensel

“Kanal İstanbul Projesindeki Türkiye” isimli kitabın panelinde, kanal projesinde devlet, siyasi iktidar ve sermayenin bir araya gelişinin anlatılmak istendiği belirtildi.

İPA Sergi programının ilk sergisi Suyun Sesi Kentin Alfabesi kapsamında Kanal İstanbul Projesindeki Türkiye isimli kitabın değerlendirildiği panel gerçekleşti.

İPA Sergi programının ilk sergisi Suyun Sesi Kentin Alfabesi kapsamında sergi ve ardından Kanal İstanbul Projesindeki Türkiye isimli kitabın değerlendirildiği panel gerçekleşti.

Küratör Aybüke Fayetörbay’ın yöneticiliğinde sergilenen Suyun Sesi, Kentin Alfabesi Sergisinde Balkan Karışman, Burcu Perçin, Ferhat Özgür, Hakan Keleş, Rafi Baysal ve Yusuf Ölmez’in eserleri yer aldı.

Panelde Kanal İstanbul Projesindeki Türkiye kitabı tartışıldı. Gürkan Akgün moderatörlüğündeki panelde Ali Yaycıoğlu, Cihan Uzunçarşılı Baysal, Cevahir Efe Akçelik, Ferda Uzunyayla, Fevzi Özlüer, Fuat Ercan ve Tuğçe Tezer söz aldı.

Kitabın, 2012’den beri Türkiye’nin gündeminde olan Kanal İstanbul’u konu aldığından bahseden Moderatör Gürkan Akgün, “Seçim süreciyle birlikte maalesef yine gündeme dair en önemli projelerden birisi. Kanal İstanbul adına çok şey konuşuldu ama Kanal İstanbul Projesindeki Türkiye kitabı çok önemli açığı kapatmış bir proje” diye konuştu.

“KANAL İSTANBUL PROJESİNİ SOSYAL BİLİMLER AÇISINDAN ELE ALMAK İSTEDİK”

Kendileriyle birlikte toplam 30 yazarın kollektif bir şekilde çalıştığını anlatan kitabın koordinatörlerinden Tuğçe Tezer, “Bu kitabın bizim için özel olmasının birçok nedeni var. Bunlardan birincisi Kanal İstanbul ile birlikte Türkiye’yi ilgilendiren bir kitap olması. Daha önce İBB’nin, farklı kurumların, farklı üniversitelerin Kanal İstanbul Projesine yönelik çalışmaları oldu. Fakat biz bu kitapta tamamlayıcı bir çalışma yapmak istedik aslında. Aynı zamanda bu konuyu biraz da sosyal bilimler açısından ele almak istedik” ifadelerini kullandı.

Kitabın kurgusundan bahseden Tezer, “Doğal yapı, doğal eşikler, İstanbul’un kuzeyine yayılan mega projeleri ele alan bir yazıyla başladık. Burada eleştirel ekonomik, politik, hukuk tartışması geldi. Ardından ekoloji, çevre, doğal yapı, köy kent ilişkisi, tarımsal üretim ve kültürel miras açısından konuya yaklaşan yazılarımız oldu. Onun dışında biraz kent mücadelesi alanına değinmek istedik ve orada sevgili Mücella Yapıcı’nın da dahil olduğu 3 söyleşimiz oldu.

Söyleşimizden birinde meslek odalarıyla konuyu ele aldık, birinde sevgili Gürkan’la beraber İstanbul’un planlama gündemi açısından Kanal İstanbul projesinin nereye oturduğunu anlamaya çalıştık, diğerinde ise sevgili Mücella Yapıcı ile birlikte kentsel mücadele açısından Kanal İstanbul projesinin ve Kanal İstanbul projesine kadar gelen sürecin neye tekabül ettiğini anamaya çalıştık. Bunun dışında emek boyutunu, kentsel mücadele geçmişini anlamaya çalıştık” şeklinde anlattı.

DEVLET, SİYASİ İKTİDAR VE SERMAYENİN BİR ARAYA GELMESİNİ ANLATMAK İSTEDİK

Kovid döneminde Kanal İstanbul ihaleleri için ihaleye katılanların maskelerle bir araya geldiğini hatırlatan Fuat Ercan, “Mega proje dediğimiz Kanal İstanbul aslında Türkiye’nin içinden geçtiği bütün bileşenlerini ele veren bir durum. Yani siyasi iktidar, devlet, sermaye ve mekan üzerindeki bütün kurguları değiştiren bir dönemden geçiyoruz. O sebeple Kanal İstanbul projesi sadece bir proje değil. Kitabın adını seçerken de buna dikkat ettik. Kanal İstanbul projesi, Türkiye’nin içinden geçtiği tarihsel, toplumsal bir dönemi ifade ediyor. Bu kitapta da tüm projenin nasıl toplumu siyasi ekonoik boyutuyla, her birini içerdiğini ve o yüzden de küçük projelerin bir araya gelmesiyle değil; devlet, siyasi iktidar ve sermayenin bir araya gelmesini anlatmak istedik” dedi.

“BU KOLEKTİF BİR PROJE”

Kitabın çizimlerini yapan Ali Yaycıoğlu ise, “Kitabın en önemli tarafı bir meseleye birçok açıdan, disiplinler arası bir hiyerarşi kurmadan, zamansal bir hiyerarşi kurmadan bakması. Bu kolektif bir proje. Beraber yazmak, beraber çizmek, farklı disiplinlerden gelen insanların böyle bir anda bir eser ortaya çıkarması çok önemli” diye konuştu.

Resimlerinden bahseden Yaycıoğlu, “Bu resimlerde tarih, çevre, dünya, kapitalizm vs benim için çok önemli. Bu resimler de onları düşünerek ortaya çıkan çalışmalar. Kanal İstanbul benim için bir su meselesi. Hem deniz suyu hem de yer altı suları. Bu çalışmalarda da biraz su üzerinden gittim. Bir de katmanlılık meselesi. Katmanlılığın var olduğunu bilerek ama somut olarak görmemek. Şehir ve insan resimlerde arkadan geldi” diye anlattı.

“ŞEHİRLERİ NASIL REKABETÇİ HALE GETİRİRİZ DİYE BAKILIYOR?”

Kitapta yer alan yazısında mekana yönelik mücadelelerde devlet ve sermayenin ilişkisi nasıl kurulduğunu ele aldığından bahseden Ferda Uzunyayla, “Mega projelerle ilgili tartışmalara bakarken eleştirdiğim iki konu vardı. Sermaye kanadından ‘Beşli Çete’ ifadesi çok öne çıkıyordu. Bu mega  projeler ise bir seçim projesi olarak tartışılıyordu” dedi.

Şirin Payzın’ın Kılıçdaroğlu’na sorduğu, “TÜSİAD neden mega projelere ses çıkartmıyor?” sorusuna değinen Uzunyayla, “TÜSİAD’ı çete olarak ifade edilen sermaye gruplarından ayıran bir sermaye algısı var bugün. Mega projeler sadece Beşli Çete’in istediği bir durum mu ya da TÜSİAD neden karşı çıksın diye soracak olursak, aslında tüm sermaye gruplarının raporları sorularımızı cevaplıyor. Mega projelerin literatürde nasıl tartışıldığına baktığımızda ise ‘şehirleri nasıl rekabetçi hale getiririz, yabancı sermayeyi nasıl çekeriz’ diye bakılıyor” ifadelerini kullandı.

“YAPMAK İSTEDİKLERİ EKONOMİK KRİZLERİ, İŞSİZLİĞİ MEGA PROJELERLE PERDELEMEK”

Kanal İstanbul’un 2011’de bir seçim yatırımı olarak gündeme geldiğini hatırlatarak konuşmasına başlayan Cevahir Efe Akçelik, 2019 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Büyük ve güçlü Türkiye, İlk 10’a gireceğiz” gibi söylemlerine değindi. ‘İstanbul’u Fethetmenin Vurucu Çekiciliği” başlıklı yazısında yıllardır İstanbul’un sağ siyasetteki yerine değinen Akçelik, “Yazımı kurarken biraz da güç ve rıza ilişkisi üzerinden kurmaya çalışım. Rızayı ikna yoluyla üretme amacıydı Kanal İstanbul aslında. Sağ siyasetin mega ve kalkınma üzerinden Türkiye’yi neredeyse 70 yıldır yönettiğini anlatmaya çalıştım. Burada da söylemlerde Demokrat Parti ve AKP’nin ne kadar benzeştiğini anlatmaya çalıştım. Menderes, Özal ve Erdğan’ın kalkınma ve mega projelerle bir rıza üretme ve rıza ile bir hegemonya inşasının ne kadar benzediğini görmüş olduk. Örneğin 1956’da Menderes, İstanbul’da çok büyük bir imar projesine girişiyor ve Kabataş’ta yaptığı ilk basın açıklamasında ‘Bu şehri yeniden fethedeceğiz’ diyor. Menderes’in bunu söyediği dönemdeki ülke ekonomisine bakarsak, artık yavaş yavaş ekonominin bozulmaya başladığı, ülkenin yavaş yavaş krize girdiği bir dönem olduğunu görürüz. Yine 2011 ve 2019 arasındaki döneme baktığımızda ise Erdoğan’ın da Avrasya Tünelinin açılışında ‘Bu kenti yeniden fethedeceğiz’ söylemini duyuyoruz. Aslında yapmak istedikleri Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik krizleri, işsizliği mega projelerle perdelemek” diye anlattı.

“PROJE BÖLGESİNDEKİ İSTANBULLULAR SÜRÜLÜYOR”

Kanal İstanbul ve çevresindekilerin yaşamını kitaptaki yazısında anlatan Cihan Uzunçarşılı Baysal, “Kanal İstanbul sürecinde de bir sürü yazıp çizilen araştırma var ama orayı yaratan topluluklardan bir cümle yoktu. İstanbullu olarak bize bu kadar yakın ama aynı zamanda bu kadar uzak olan İstanbulluları tanıma gayretine düştüm. 2019 senesinde Mekanda Adalet Derneği ile orada 3 ay boyunca süren araştırma yaptım”  ifadelerini kullandı.

Bölgede yaşayanların Balkanlardan gelen nesillerin çocukları ve torunları olduğunu vurgulayan  Baysal, “Savaş ve yıkımla yerlerinden edilip göçe zorlanan nesillerin torunları bir kaç yüzyıl sonra tekrar başka bir savaşla aynı kaderi paylaşarak buradan sürülüyorlardı. Orayı ata, dede toprağı olarak görmeleri, dedelerinin mezarlarının orada olması, 3. Havalimanı ile zaten kaybettikleri bir kısım tarım arazileri ve meralarının, şimdi Kanal projesiyle çok daha fazlasının ellerinden gideceğini görüyorlardı” dedikten sonra bölgedeki halkın ve bölgede yaşayan genç nesilin göç etme nedenlerne değindi.

MARMARA DEPREMİNDEN BU YANA KANAL İSTANBUL VE HUKUK

Kanal İstanbul projesinin proje olarak gündeme gelmesinin siyasal arka planı olduğunu vurgulayan Fevzi Özlüer, “2000’li yıllardan sonra İstanbul’da Kanal İstanbul projesinin de olduğu bölge Marmara Depreminden sonra, bölgenin yeniden planlanması sürecinin bir parçasıydı. Kanal İstanbul projesi o durumda mantıklıyken açılan davalar, 1/120 ölçekli plan değişiklikleri sonrasında İstanbul bir furya haline getirildi. 3. Köprü, Kanal İstanbul, Çanakkale Köprüsü, Marmara bölgesinin bütünlüğü halinde planlama projeksiyonunun parçaları olmaktan çıktı, parsel ölçeğin planlama stratejisinin parçaları haline geldi” dedi.

Burada hukukun işlevinden bahseden Özlüer, “Bir tanesi davalar sürecinde meşrutiyet arayışının nasıl inşa edilidği ile ilgili, ikincisi ise toplumsal rızanın inşa edilmesi süreci ile ilgili” şeklinde konuştu. Hukuğun aslında elinde sonunda kentsel mücadele pratiklerinde açtığı davalara değinen Özlüer, “Bu durum bize yerel toplumsal hareketlerin siyasal katılım talebine  karşın hükümetin, iktidarın, sermayedarların ekonomik katılımı ön plana çıkardığı süreçlerin organizasyonu, müştereklerin müşterek olmaktan çıkartılmasını ve kentsel mekan dediğimiz organın bir siyasal biçim olmaktan iktisadi bir biçim olmaya gelmesinde hukukun işlevlendiğini görüyoruz” ifadelerini kullandı. (İstanbul/EVRENSEL)

Bu haber 05.04.2023 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayımlanmıştır.

Kategoriler