Özgür Gürbüz
Yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür gaza çevrilince iklim dostu olmuyor.
Millet İttifakı, Ortak Politikalar Mutabakat Metni ile iktidara gelmeleri halinde hayata geçirecekleri çalışmaları özetledi. 244 sayfalık metin 21 yıldır yaşanan sorunların birçoğuna, özellikle de tek adam iktidarıyla perçinlenen yoksulluk, adaletsizlik ve eşitsizlik temelli meselelere çare olabilecek öneriler içeriyor. Ekoloji başlığı altında toplayabileceğimiz hayvan hakları, enerji, madencilik ve iklim değişikliği gibi konularda, sivil toplum örgütlerince de zaman zaman dillendirilen çözüm önerilerine yer verilmiş. Altılı Masa’nın ilgili konularda çok sayıda kişiyi dinlediği görülüyor. En büyük eksikliği ise sektörel politikalar diye niteledikleri bu alanların birbirlerinden kopuk oluşu. Farklı alanlar arasında bütünlük sağlayabilmek zor bir iş ama özellikle ekoloji alanında başarı isteniyorsa bu şart. Ekolojiyi bir şemsiye politika gibi düşünüp, ekonomi, teknoloji, sanayi ve enerji gibi başlıkları bu şemsiyenin altında değerlendirmek gerekir. Almanya’nın yıllar önce nükleer santralların güvenliğini Enerji Bakanlığı’na değil, Çevre Bakanlığı’na bıraktığını hatırlayalım. İklim, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kurulması ve su yönetimini de kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılması bu bağlamda olumlu bir gelişme. Sanayi, enerji ve ekonomi gibi alanlarsa özerkliklerine devam ediyor.
İklim
Altılı Masa’nın ‘hükümet programı’ kabul edilen metne, iklim politikalarını inceleyerek başlayalım. İklim krizine yol açan seragazı emisyonlarını azaltmak ve net sıfır emisyon hedefine 2050’de ulaşmak hedeflenmiş. AKP-MHP hükümetinde bu hedef 2053’tü. İktidardan farklı olarak bu hedef kömür santrallarının kapatılması vaadiyle daha gerçekçi bir zemine taşınmış ancak tarih verilmemiş. İklim yasasının çıkarılması, Çevre Kanunu’nun doğa hakları temelinde yeniden düzenleneceği belirtilmiş. Öte yandan, yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür gaza çevrilince iklim dostu olmuyor. Metinde gaz aramalarına, Türkiye’yi petrol ve gaz boru hatları geçen bir ticaret merkezi yapmaya dair çok sayıda vurgu var. Bunların da iklim hedefiyle çelişeceği ortada. Enerji bölümüyle iklim bölümünü adeta ayrı kişiler yazmış. Karbon ticaretinden de iktidara kim gelirse gelsin kaçış yok gibi görünüyor.
Ulaşım politikaları kapsamında yer alan hızlı tren projeleri Türkiye’nin ulaşım kaynaklı seragazı emisyonlarını azaltabilir. İzmir ve Bursa’nın Ankara’ya bağlanması, Güneydoğu ve İç Anadolu’yu birbirine bağlayacak Mersin-Konya ve Mersin-Gaziantep hızlı tren projeleri önemli. Ancak, ulaşım politikalarında iç hatların geliştirilmesi, düşük ücretli havayollarının geliştirilmesi yine bir tutarsızlığın işareti. Ulaşımda karayolundan sonra en büyük emisyon kaynağı havayolu, verilen destek emisyon artışına yol açar.
Hayvan Hakları ve Doğa
Hayvan haklarının anayasal güvence altına alınacak olması ve özel bir yasa çıkarılması vaadi önemli. Sahipsiz hayvanların tedavisi, kısırlaştırılması ve aşılanması için teşvik verilecek. Keşke ‘petshop’larda hayvan satışını tamamen yasaklayıp, sahipsiz hayvanların sahiplenilmesi de teşvik edilseydi. Yaban hayvanların avlanması konusunda ise “kanunsuz avlanmayla mücadele” çok yeterli bir öneri değil. Avcılığı yasaklamak ülkedeki silah kültürüyle de baş etmenin bir yolu. Ekoloji politikalarının sosyal politikalarla bağı burada da gözden kaçmış. Daha cesaretli adımlara ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanı’ndan ormanlık alanların vasfını değiştirme yetkisinin alınması güzel bir hamle olacak. Müştereklerimiz üzerinde tek bir kişinin karar hakkı olması kabul edilebilir değildi. Orman köylülerinin güçlendirilmesi ve yangınlara karşı tedbirler metinde çokça yer alsa da konunun uzmanların eski ve çam ağaçlarını yangınların sorumlusu gibi gösteren yanlış bilgilerden şikâyetçi. Yanan orman alanlarına verilen yasaya aykırı izinlerin iptali kulağa hoş gelse de orman alanlarını, imar, maden ve enerji amaçlı kullanımdan koruyacak daha üst düzey bir güvenceye ihtiyaç olduğu ortada. Benzer bir şekilde, kıyılardaki yapılaşmanın önüne geçmek için de iyi niyetten fazlası gerekiyor. Belgede, “kıyılardan herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına engel olan uygulamaları sıkı denetim altına alacağız” denmiş. Kıyılar otellere, turistik tesislere peşkeş çekilemez ve kamuya açık hale getirilir denseydi, kıyıları sahiplenemeyeceğini anlayan birçok projenin getirdiği yapılaşma tehdidi de azalırdı.
Çevre İhtisas Mahkemeleri’nin kurulması hukukçulardan da destek alan bir öneri, çevre koruma amaçlı davaların kamu davası kabul edilip harçtan muaf tutulması da fayda sağlar çünkü sivil toplum maddi nedenlerle dava açmakta zorlanıyor. Bilirkişi ücretlerinin de bu kapsama alınması ve bilirkişi heyetinin yetkinliğinin artırılması da bu öneriye eklenebilir.
Metinde, Kanal İstanbul gibi rant projelerine değil Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) ve Konya Ovası Projesi (KOP) gibi tarımsal sulama projelerine kaynak aktarılacağı söyleniyor. Türkiye’deki geçmiş sulama projelerini birçoğunun kuruyan göller ve sulak alanlarla ilişkisi var. Sulak alanların korunmasına önem verileceği birkaç kez belirtilmiş olsa da eski bir zihniyetin ürünü olan GAP gibi projelerin nasıl hayata geçirileceği merak konusu. Çıkarılacağı belirtilen ‘Su Kanunu’ yeterli olur mu göreceğiz.
Enerji
Enerji başlığında yapılacak ve doğayı etkileyen değişiklikler arasında, tarıma ve ekosisteme zarar veren mevcut hidroelektrik santralların sözleşmelerinin yeniden gözden geçirilme taahhüdü dikkat çekiyor. Yenilenebilir enerjiye desteğin süreceğini ancak teşviklerin gözden geçirileceğini de metinden anlıyoruz. Enerji ihtiyacını karşılayan binalara teşvik verilecek, çatılara kurulacak güneş panelleri için de özel kredi paketleri hazırlanacak. Hepsi yerinde hamleler olur.
Türkiye’nin doğalgazda merkez olmasının, daha çok petrol ve doğalgaz aranmasının ‘çevreci’ nitelemesini hak etmediğini söylemeliyiz. En kötüsü ise yapımı süren ve Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla bağımlı kılmakla kalmayıp, ciddi bir maddi yükümlülük altına da sokacak Akkuyu’yla ilgili bir kapatma planının olmaması. Bu yetmezmiş gibi, dünyada örneği olmayan, küçük modüler nükleer reaktörleri kuracağız denmiş. Nükleer lobiye kolunu kaptırmış altı parti var karşımızda. Nükleer, gaz ve kömür gibi kaynakların ucuz ve temiz enerji sağlayamayacağını, enerjide mülkiyetin birkaç büyük şirketin elinde bulunmasının bol sıfırlı faturalara kadar uzanan sorunları çözemeyeceğini görememişler. Enerjinin yerinde ve küçük ölçekli üretimle temin edileceği bu çağda, neredeyse 50-60 yıl öncesine ait politika önerilerini görmek tam bir hayal kırıklığı oldu.
Türkiye’nin elektrik talebinin yaz döneminde klimalarla ayyuka çıktığını biliyoruz. Bu da iklimden doğaya zarar veren enerji üretimi tesislerine kadar uzanan sorunlara yol açıyor. Turizmle ilgili kısımda enerji verimliliği vurgusu, otellerin güneşten elektrik üretme zorunluluğu gibi çözüm önerileri yok. Enerji verimliliği de tüm metin içinde sadece 1 kez geçiyor; yalıtım kelimesi ise hiç geçmiyor. Sınırlandırmadığımız talebi, sınırlı kaynaklarla karşılayamayacağımızı bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Sanayi ve Madencilik
Doğanın korunmasını en çok zorlayan sanayi ve madencilik alanlarında Altılı Masa’nın önerileri daha çok mevcut sorunları çözmeye odaklanmış; radikal değişiklikler içermiyor. Madencilik faaliyetlerinin tarım, enerji ve çevre politikalarıyla koordinasyon içinde yürütülecek olması yazının başında işaret ettiğimiz eleştiriye bir yanıt kabul edilebilir. Bu maddenin metnin geneline yansıdığını söylemek ise zor. Örneğin, “Demir, altın, bakır, nikel gibi sanayinin ana hammaddesi olan ürünlerin çıkartılması, izabesi gibi konulardaki yatırımları destekleyeceğiz” söylemi, altın gibi büyük oranda ziynet eşyası için yapılan madenciliği aklar nitelikte. Halbuki, siyanürle ayrıştırma yapılan bu madenler sanayinin değil ticaretin ve rantın talebiyle açılıyor, doğaya da büyük zarar veriyor.
Sanayide, ‘yeşil dönüşüm’, ‘çevreci üretim’ ve ‘sürdürülebilirlik’ kelimeleri birçok maddede geçiyor. Madencilikte olduğu gibi olumlu taahhütlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda şimdiden yorum yapmak falcılık olur. Katılım süreçlerinin güçlendirileceğine dair verilen sözler bu taahhütlerden daha önemli ve takip edilmeli. Çevreyi kirleten sanayi tesislerinin kentlerden taşınacağı da belirtilmiş. Başka bir kısımda yer alan arıtma tesislerinin artırılmasıyla ilgili hedefle yeni sanayi tesislerinin kurulması birleştirilirse olumlu sonuçlar alınabilir. Sanayide rotanın hangi teknolojiler ve alanlarda olacağı konusunda ise olumlu kabul edilebilecek kelimelere (geri dönüşümlü ürünler, enerji tasarrufu sağlayan ürünler gibi) yine rastlıyoruz ancak “takip değil sıçrama eksenli bir sanayileşme ve teknoloji politikasını esas alacağız” iddiasının altını, daha fazla nükleer, kömürden gazlaştırma gibi geçmişin teknolojileriyle doldurmak mümkün değil.
Sanayiden en çok zarar görenin doğa ve dolayısıyla yaşamımız olduğunu unutmamalıyız. Sanayi ve ekonomi politikalarını doğa merkezli bir bakış açısıyla belirlediğimizde Türkiye gerçekten de ‘çağ atlayacak’. Bu yüzden endüstriyel üretimi tasarlarken geleceğin doğa dostu yaşam tarzını net bir şekilde belirlemek ve o yaşama uygun üretim süreçlerini en çevreci özelliklerle planlamak gerekiyor.
Bu Yazı 05.02.2023 Tarihinde Birgün.net Adresinde Yayımlanmıştır