Nereye gitti bu entelektüeller? Frank Furedi’nin yaklaşık yirmi yıl önce sorduğu soru,meraklısı için, geçerliliğini koruyor. Entelektüeller bir yere gitmedi, bir bakıma – ne var ki eskisi gibi bir tesirleri yok. Eskisi gibi ‘büyük’ şahsiyetler çıkmadığı için değil; entelektüel etkinliğin ortamı değiştiği için. Entelektüeller, muhatapsız konuşur hale düştüğü için.
***
Ertuğrul Zengin’in yakınlarda çıkan Atasoy Müftüoğlu kitabı,nadir bir çalışma örneği: bir entelektüelin düşünsel macerasını takip ederken, onu entelektüellerin konumundaki-durumundaki tarihsel değişim sürecine oturtuyor, yani bir çeşit entelektüeller sosyolojisi yaklaşımı güdüyor.
Atasoy Müftüoğlu, İslamcı bir entelektüel, kitap da onun prizmasından İslamcı entelektüellerin 50-60 yıllık serencamına eğiliyor. Bu prizmayı, genel olarak memlekette entelektüellerin ‘durumunu’ düşünmek için vesile sayabiliriz. Ama önce, kitabın rotasını takip edelim.
***
Müftüoğlu, ayrıksılığıyla şöhret kazanmış, bu şöhreti kazanmış başka bazılarının aksine, bu mevkiini hep korumuş bir yazar. Ertuğrul Zengin, küçük-yoğun kitabında, onun “modalara” ve “carî” olana hiç kapılmadığını, hatta kapılmamayı adeta bir ilke haline getirdiğini hatırlatıyor. Atasoy Müftüoğlu’nun düşünce çizgisinin birleştirdiği noktalar: İran Devrimi’ni referans alması; “hikmetsiz, öfkeye indirgenmiş radikalizme” karşı çıkan bir radikal olması; devlet-merkezli yukarıdan aşağı İslamcılaşmayla başının hoş olmaması; tarikatların siyaseti araçsallaştıran fakat sureta siyaset-dışı duran içe-kapanmacılığına itirazı; “sağcı ve milliyetçi folklor”a karşı duruşu; buna da bağlı olarak, ümmet-ötesi (yani bütün insanlığa hitap eden) bir evrensellik iddiası koymasıdır.
***
Ertuğrul Zengin, Atasoy Mütüoğlu üzerinden İslamcı entelektüellerin konumlarının, işlevlerinin, kıymet-i harbiyelerinin, ethos‘larının değişimini tartışırken üç dönem ayırt ediyor: 12 Eylül sonrası/1980’ler, 1990’lar/Refah Partisi dönemi ve 2002 sonrası/AKP devri. Zengin’in yaptığı muhasebeyi özetleyelim…
12 Eylül sonrasında, İslamcı parti ve örgütler kapatılmışken, “elde kalan tek diri aktör,” entelektüellerdir. Yeni bir politik cemaati meydana getirme umudunun öznesi, onlardır. Nitekim Atasoy Müftüoğlu, bir öncü ideal-tip gibi tanımladığı “Muvahhid” (tevhid inancına sahip, demek) kimliğini bu dönemde kuşanmıştır. (Muvahhid’in, soldaki “organik aydın” ideal-tipine tekabül ettiğini düşünebiliriz.) Tasarlanan bu öncü, bir ütopya failidir. Fakat Ertuğrul Zengin, Müftüoğlu’nun ütopyasını sınırlarına götürmemiş olduğu eleştirisini getirir isabetle – bunda, olanca üretkenliği içinde, bir teorik yaklaşım ortaya koymamasının da payı vardır.
Neticede, Ertuğrul Zengin’e göre sadece Atasoy Müftüoğlu değil diğer İslamcı entelektüeller de bu ‘tarihsel fırsatı’ iyi kullanamamış, politik bir “kurumlaşmayı” gerçekleştirememişlerdir; Ne partileşmiş, ne “cemiyetleşmeyi,” ne okullaşma-ekolleşmeyi başarabilmişlerdir. Zengin’in İslamcılık evreni içinde ele aldığı bu “başarısızlığı,” entelektüel faaliyet alanının yapısal dönüşümünü hesaba katarak düşünmek gerekir bence: özellikle de “söz”ün medya-merkezli hale gelmesini ve usul usul yol alan anti-entelektüalizmi…
Zengin, böyle olunca, 1990’larda İslamcı entelektüellerin edilgenleştiğini, “pratiğin arkasında kaldığını” anlatır. Güçlenerek ‘alanda’ ana aktör haline gelen Refah Partisi’yle tam biat etmeden ilişkilenme çabası içinde bocalarlar. Atasoy Müftüoğlu bu değişimi “kültürü siyasalın, bilinci devrimin önüne koyarak” yaşamış, kamusal entelektüele dönüşmüştür. İslamcı entelektüeller bu devrede kurucu veya öncü misyonundan soyunmuş, halka “aracısız” hitap ederek siyasete ve kamusal tartışmaya müdahalede katkıda bulunmaya çalışıyorlardır. Bu arada, entelektüellerin iyi kötü oluşturmuş olduğu epistemik cemaat vasfı da zayıflar – Zengin bunu belirtmiyor ama bunun bir veçhesi de, ‘birbiriyle konuşmanın’ ortadan kalkmasıdır.
2000’ler ise, kitabın değerlendirmesinde, İslamcı entelektüeller için fetret devridir. Kaderlerini çoğunlukla AKP’ye bağlamışlardır. Atasoy Müftüoğlu da bu dönemde “Müslüman entelektüel ve akademisyenlerin kimliksizleşmesinden,” “Müslüman apartçiklere” dönüşmelerinden yakınır. Atasoy Müftüoğlu, kendi özerkliğini -ve kamusal entelektüellik konumunu- korumaya çalışanlardandır. Ertuğrul Zengin, “tükendiği” ileri sürünen İslamcılığın da, en azından bu entelektüeller ‘sayesinde’ süreceği kanısındadır.
***
Merceği İslamcı entelektüellerin üzerinden kaldırıp, kamusal entelektüellerin durumuna gelelim. Atasoy Müftüoğlu’nun ve İslamcı entelektüellerin vaziyetini ele alırken Ertuğrul Zengin’in fazla ilgilenmediği bir yere bakalım; kamusal entelektüel etkinliğinin ve varoluşunun yapısal sorunlarına veya krizine dair sorular soralım.
Esas mesele, kamusallığın zemininin, iklim krizine teşbih edebileceğimiz şiddette bir erozyona uğramış olması. Kamusallığın adeta ‘kapatılmış,’ imkânsızlaştırılmış olması.
Nilgün Toker, bir yılı aşkın süre önce, Selahattin Demirtaş’ın aydınlara çağrısı üzerine yaptığı değerlendirmede bunu mükemmelen ortaya koymuştu. Ona göre Türkiye’de “aydın sorumluluğu” ile davranan bir aydın tipi, -“kamusal entelektüel” de diyebiliriz-, pekâlâ mevcuttur; sorun, toplumun onlara kulak verecek halde olmamasıdır. Çünkü, hem siyasal alan, hem sivil toplum alanı hem de üniversiteler istibdat altında, kapatılmış olduğundan, bir “müzakere sahası” yoktur; konuşmayı, iletişim kurmayı kolaylaştıran, teşvik eden, dahası mümkün kılan bir zemin yoktur. Ortaklaşmayı mümkün kılacak karşılaşma ve tartışma vasatları yoktur.
Sorumluluk üstlenen aydınların -kamusal entelektüellerin-, bu açığı “tek taraflı beyanlarla” aşmaya çalıştığını söylüyor, Nilgün Toker; başkaları da o beyanın lehine-aleyhine tutum alıyor – fakat bu bir tartışma ‘etmiyor,’ buradan bir müzakere çıkmıyor. Muhatapsız bir konuşmadır, cereyan eden.
***
Kamusallığın zemininin erozyonunda, düşünce ve ifade özgürlüğünü ‘kapatan’ istibdat şartlarına ilaveten, -yukarıda da kısaca değindim-, medya ve sosyal medyanın baskın karakterinin ve siyasetin profesyonelleşmesinin etkilerini de anmak isterim. Bu iki etkenin cürmü, AKP ‘çağının’ evveline ve ötesine uzanıyor. Medya ve sosyal medyanın dili ve yordamı, çarpıcı, sivri, siyah-beyaz sözü teşvik ederken, grinin, göreceliğin, ince ayrımların, teferruatın canına okuyor, aklı-fikri fragmanlaştırıyor, dahası hakikat bağını ‘ihmal’ etmeyi kolaylaştırıyor. Nilgün Toker’in yakındığı, bir beyan etrafında kutuplaşarak portatif pseudo-müzakerelerle, gûyâ-tartışma masaları etrafında, medya ve sosyal medya odaklı akıl-fikir deveranının rutinidir. Siyasetin profesyonelleşmesiyle de, örgüt, program ve “fikir”in, anket, siyasal reklam ve halka ilişkilerle ikame edilir hale gelmesini kastediyorum. Bu yapı, siyaset – entelektüel faaliyet ilişkisini araçsallaştırırken, düşünceyi think-tank girdisine indirgerken, genel anti-entelektüalizmi de tahkim ediyor.
***
Yakınlarda çıkan Nostalji Cumhuriyeti kitabında Doğan Gürpınar, “aydının ölümünü” ve sosyal medya bazlı yeni “kanaat önderlerinin” onların ikamesi olarak ortaya çıkışını konu etti.”Mandarin” dediği eski “büyük” (“ağır”?) entelektüellerin tarihe karışmasına bıyık altından gülerek yaptı bunu – ama yeni durumdan da pek memnun görünmeden…
Mandarinlerin kırpılıp popüler yıldız yapılmasının tipik örneği, İlber Ortaylı & Celal Şengör ‘tarzı’ olsa gerek. Onlara/onlarla çizilen yüksek âlim-bilge adam imgesi, kamusal entelektüellik işlevinin iptal belgesindeki son mühür olabilir. Zira, kamusal tartışma aramayan, -çünkü muhatap aramayan-, öyle bir zemini tanımayan, bilgiyi ve düşünceyi onun cahillerine tebliğ eden bir dil kuruyor; aklın-fikrin üzerine sosyal medyadakine benzer bir kesin kanaat çekici indiriyor, birçokları nezdindeyse sadece eğlencenin, infotainment‘in (malûmat-eğlencesi, malûmatla-eğlenme) malzemesi oluyorlar. Bilginin tüketim nesnesi haline geldiği, bilgi ve kanaat arasındaki farkın silindiği zamanın ruhuna uygun.
***
Bu vasatta kamusal entelektüel etkinlik çabası, iki kutup arasında geriliyor galiba. Bir uçta, siyaseti küçümseme kutbu var. Diğer uçta, kâh kamusal etkinlik veya etkililik arayışı içinde aktüaliteye girdi sağlama gayreti; kâh siyasal etkide bulunma veya sadece önemsenme ihtiyacının güdümünde, aşırı-gayretlere ve angajmanlara girme… Kamusal entelektüel etkinliği onarmanın bir gereği de, bu ‘kutuplaşmanın’ arızalarını gidermek olabilir.
Bu yazı 21.09.2023 tarihinde BirikimDergisi.com’da yayımlanmıştır.