Pelin Cengiz
Enflasyonunu dizginleyemeyen, para birimi pul olmuş, istihdam yaratamayan, borçluluğu ve dış ticaret açığı artan, toplumun hiçbir kesimine refah ve gelecek vaadinde bulunamayan bir modelin elbette iklim hedefleri sunabilmesi mümkün değil.
Türkiye’nin kentlerinin yaşam alanlarının, insanının, geleceğinin depreme, kuraklığa, sele, iklim krizinin olumsuz etkilerine teslim edilişini izliyoruz.
Uzmanlar, bilim insanları, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri sürekli haklı çıkmaktan yoruldu ancak siyasi karar vericiler, sürekli yanlış olanı tercih etmekten bıkmadı.
Enkazdan başka felaketler çıkmasın, artık aklıselim galip gelsin dedikçe, yine aynı hatalarda ısrar ediliyor.
Maraş depremlerinin ardından yaşananlar ekonomik çöküşün yanı sıra siyasal, toplumsal ve sosyal anlamdaki ahlaki çöküşün tabutuna son çivileri çaktı adeta.
Türkiye henüz 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremlerin acısını yaşarken 15 Şubat 2023 tarihli Resmi Gazete’de Orman Kanunu’nun 17’nci maddesinin 3’üncü Fıkrasının Uygulanması Hakkında Yönetmelikte değişiklik yapıldı.
Daha 15 ay önce çıkarılan bu yönetmelikte orman alanlarında “Lisanssız elektrik üretim tesisleri ile lisanslı güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerine orman sayılan alanlarda izin verilmez” hükmü bulunurken, son kararla ormanlarda lisanslı güneş enerjisi santrali kurulmasının da önü açıldı.
Türkiye Ormancılar Derneği, konuya ilişkin açıklamasında “Enerji şirketlerinin orman alanlarında uzun yıllardır güneş enerjisi tesisi kurmaya çalıştıkları biliniyordu. Ancak Orman Genel Müdürlüğü bu taleplere karşı duruyordu. Enerji lobilerinin yenilenebilir enerji üretimini gerekçe göstererek yaptıkları girişimlerin ne yazık ki meyvesini verdiği anlaşılıyor.
Her ne kadar söz konusu güneş santrallerinin fiilen taşlık, kayalık, verimsiz orman alanlarında kurulacağı belirtilerek, ormanlara zarar verilmeyecekmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılsa da taşlık, kayalık, verimsiz ormanlar biyolojik çeşitliliğin sıcak noktalarıdır.
Çünkü bu alanlar dağ keçileri, yırtıcı kuşlar, sürüngenler, endemik ve nadir bitki türleri başta olmak üzere çok sayıda bitki ve hayvan türünün habitatlarıdır. Orman içindeki bir alanın üzerinde ağaç olmaması ya da seyrek ağaçlar bulunması, taşlık ya da kayalık olması oranın işe yaramaz bir alan olduğu anlamına gelmez.
Bir yenilenebilir enerji tesisi biyolojik çeşitliliğe zarar veriyorsa, sel ve heyelan gibi olumsuzluklara yol açıyorsa, yenilenebilir enerji tesisi olduğu ileri sürülemez. Dünyada bu durum “yanlış azaltım” olarak adlandırılıyor” ifadelerine yer verdi.
ORMANLAR VE MERALAR YAPILAŞMAYA AÇILDI
Bu kararın ardından 24 Şubat 2023 tarihinde OHAL kapsamında Resmi Gazete’de yayınlanan Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile deprem bölgesindeki ormanlar ve meralar yapılaşmaya açıldı.
Böylesi büyük bir deprem afetinin ardından gözden çıkarılanlar yine doğal varlıklar oldu. Kararnamede, su havzalarının, korunan alanların, tarım alanlarının iskan dahilinde olmayacağına dair hiçbir hüküm yer almadı.
Nitekim bu kararın hemen ardından depremin etkilediği kentlerde tarım arazileri imara açılarak, deprem konutlarının yapımına başlandı. Ekili tarlalarda iş makinelerinin çalıştığı görülürken, tarımsal üretimi ve su kaynaklarını tehdit edecek şekilde bazı alanlara depremin enkazlarının döküldüğü tespit edildi.
AKP iktidarını bu da kesmemiş olsa gerek, özel ormanların da imara açılması gündeme geldi.
Şehir içinde veya kenarında bulunan ve yapılaşma izni verilmeyen özel ormanların imara açılmasına yol açacak kanun teklifi, TBMM’ye sunuldu. Yeni yasa teklifine göre, özel statüdeki ormanlar “böl parçala” yöntemiyle imara açılabilecek.
Türkiye’nin pek çok bölgesinde olduğu gibi depremin vurduğu kentlerde de uzun süredir kuraklık hakim. İklim değişikliği aşırı sıcaklık, şiddetli yağmur, kuraklık ve yangınları daha yoğun ve sık hale getiriyor.
Maalesef, artık normal bir iklim rejiminde değiliz, bundan sonra da olamayacağız.
Kuraklıktan sonra şiddetli yağışların gelmesi ve sele sebep olması iklim krizinin en net tezahürlerinden biri.
Kuraklık ve depremin ardından aynı kentler bir de sel mücadelesi vermek zorunda kaldı, meteorolojinin uyarılarına kulak asılmadı, hiçbir önlem alınmadı, yine can kayıpları yaşandı, plansız şekilde toprak zeminlere kurulan çadır kentler çamura gömüldü.
Kent planlamadaki yanlış kararlar, altyapıdaki hata ve ihmaller, dere yataklarının üzerinin kapatılması, çevrelerine yapılaşma izni verilmesi, sel sularının betonlaşma sebebiyle toprakla buluşamaması, dolgu yollar, kavşaklar, drenaj kanallarının yetersizliği, afet sonrası yönetimdeki hazırlıksızlıklar…
FOSİL YAKITLARA BAĞIMLILIK
Hangi birini saysak yine eksik kalıyor…
Fosil yakıtlara bağımlılık iklim krizinin ana nedenidir.
İklim krizinin üzerindeki insan kaynaklı etkinin bilimsel kesinliğine rağmen, yanlış bilgi ve iklim krizinin politize edilmesi, kamusal ve siyasi alanla çözüme ilişkin adım atılmasını güçleştiriyor, geciktiriyor…
Uluslararası düşünce kuruluşu Ember tarafından yayınlanan son analize göre, Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022 yılında iki katına çıkarak 5,3 milyar dolara ulaştı.
Daha önceki yıllarda Kolombiya, bir numaralı ithalatçıydı. Ancak, tüm zamanların en yüksek kömür ithalatına ulaşılan yılda Rusya, Kolombiya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük kömür tedarikçisi oldu.
Türkiye 2022 yılında kömür ithalatının yarısına yakınını Rusya’dan sağladı, 2021 yılında ise Rusya’nın payı yüzde 26 seviyesindeydi.
Bilindiği üzere, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı yalnızca kömürde yüksek değil, doğal gaz ve petrol gibi diğer enerji kaynaklarında da Rusya’nın payı yüzde 40-45 arasında. Akkuyu nükleer santral projesinin de Rus devletine ait olduğu düşünüldüğünde oran daha da artıyor.
Veriler, kömürden elektrik üretiminin büyük kısmının ithal kömür kaynaklı olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de ithal kömürden elektrik üretimi yerli kömürden yüzde 25 daha fazla ve 2010 yılından beri kömürden elektrik üretiminde ithal kömür kaynaklı bir artış söz konusu. Bu nedenle 2010’da yüzde 7 olan ithal kömürün elektrik üretimindeki payı, 2022’de yüzde 20’ye kadar ulaşıyor.
Oysa bu miktarda bir kaynak, kentlerin depreme karşı güçlendirilmesi için, iklim krizinin olumsuz etkileriyle mücadele ve uyum politikaları için harcanabilirdi.
Hatırlanacağı üzere, Paris İklim Anlaşması’nın onaylanması sürecinde Türkiye’ye 3,1 euroluk kaynak sağlandığı ve gelecek üç yılda bunun yeşil kalkınma için kullanılacağı açıklanmıştı.
Oysa, Türkiye bu tutarın çok daha üzerinde bir parayı başta Rusya’dan olmak üzere kömür ithal edebilmek için harcadı.
Paris İklim Anlaşması’nın onaylanmasıyla birlikte bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefi benimsenmişti.
Sahi ne oldu o hedefe? Hiç bahseden var mı?
Türkiye, dünyada en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında 16’ncı sırada ve kişi başı emisyonları her geçen gün artıyor.
Sera gazı emisyonlarının azaltımı için öncelikle, Türkiye’nin 2053 yılına kadarki süreyi kapsayacak kısa vadeli iklim hedefleri belirlemesi gerekiyor.
Ancak, mevcut politikalar Türkiye için “yaşanabilir bir gelecek sağlama fırsatını” kaçırıyor.
Büyük vaatlerle açıklanan düşük maliyete dayalı üretim ve ihracat odaklı büyümeyi esas alan Türkiye Ekonomi Modeli, art arda gelen ve giderek kötüleşen makro ekonomik gerçekleşmelerin ardından iflas etmiş durumda.
Zaten yeşil bir dönüşüme, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, karbon nötr bir ekonomiye geçişe hiçbir atıf yapmıyordu.
Enflasyonunu dizginleyemeyen, ulusal para birimi pul olmuş, ihracat pazarlarındaki rekabet gücünü kaybetmiş, istihdam yaratamayan, borçluluğu ve dış ticaret açığı artan, toplumun hiçbir kesimine refah ve gelecek vaadinde bulunamayan bir modelin elbette iklim hedefleri sunabilmesi mümkün değil.
İklim krizinin etkileri, gittikçe daha tehlikeli sonuçlarla birlikte birbirleriyle ve diğer risklerle giderek daha fazla etkileşime girecek.
Artan sıcaklık ve kuraklık birlikte gıda üretimine zarar verecek ve tarımsal verimliliği azaltacak, dolayısıyla gıda fiyatları yükselecek ve çiftçilerin gelirleri azalacak, toplumun geniş kesimleri yetersiz beslenme sorunuyla karşılaşacak.
Bu ekonomik ve ekolojik enkazı ya tabandan gelen büyük bir toplumsal baskıyla üzerimizden sıyırıp atacağız ya da hepimiz enkazın altında kalacağız…
Bu haber 20.03.2023 tarihinde ArtıGerçek sayfasında yayımlanmıştır.