Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Paris İklim Anlaşması’nın iklim krizi üzerinde bir etkisi olup olmayacağına ve Türkiye’nin anlaşmayı onaylamasının ne anlama geldiğine dair sorularımızı yanıtladı.
Özer AKDEMİR
Türkiye, ilk imzacılarından olmasına rağmen TBMM’de onaylanmadığı için yasal olarak yürürlüğe giremeyen Paris İlkim Anlaşması’nı geçtiğimiz hafta Meclisten geçirdi. Önümüzdeki ay Glasgow’da yapılacak olan iklim zirvesi öncesi Türkiye’nin zirvede gözlemci statüsünden daha karar verici bir konumda bulunma çabası ve aynı zamanda 6 yıldır yararlanamadığı İklim Fonundan yararlanma hamlesi olarak değerlendirilen bu tutum değişikliğini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’a sorduk. Tolunay, Paris İklim Anlaşması’nın iklim krizi üzerinde bir etkisi olup olmayacağına ve Türkiye’nin anlaşmayı onaylamasının ne anlama geldiğine dair sorularımızı yanıtladı.
“PARİS ANLAŞMASI’NIN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ EMİSYONLARI AZALTMAK BİR YANA ARTTIRDI”
Paris İklim Anlaşması iklim krizini durdurmaya yeterli mi sizce?Kesinlikle değil. Çünkü ülkelerin 2015 yılında hazırladıkları 2030 yılı için emisyon projeksiyonları incelendiğinde sera gazı emisyonlarının azaltılması bir yana artacağı görülüyor. Bu projeksiyonlara göre 2015 yılında 50 milyar ton CO2 eş değeri civarında olan küresel emisyonların 2030 yılında 65 milyar tona çıkması olasılığı var. Nitekim 2019 yılında 59 milyar ton CO2 eş değeri emisyon olmuş, 2020 yılında salgın koşullarında dahi 56 milyar ton olarak gerçekleşmişti. Halbuki yüzyıl sonunda sıcaklık artışlarının 2 derecenin altında tutmak için 2030 yılında küresel sera gazlarının 25-30 milyar ton CO2 eş değerinin altında tutulması ve 2050’de de net sıfır emisyon olması gerekiyor. Özetle Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 2016 yılı sonrasında emisyonların azalmadığı tam tersine arttığı ortada. Tüm dünya olarak azaltım yapmadığımız takdirde yüzyıl sonunda küresel olarak 3 derece civarında bir sıcaklık artışıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu artışlar ülkemizde 5-6 derece civarında olabilir.
TÜRKİYE PARİS İKLİM ANLAŞMASINI NEDEN 6 YIL BEKLEDİKTEN SONRA ONAYLADI?
Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı imzalaması ne anlama geliyor? Neden şimdiye kadar bekletildi de şimdi imzalandı?
Ülkemiz Paris Anlaşması’nı ilk imzalayan ülkeler arasında olmasına rağmen TBMM’den geçirmediği için Anlaşma’ya taraf olmamıştı. Paris Anlaşması’na 2015 yılından itibaren İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (İDÇS) tarafı olan 197 ülkenin 191’i Paris Anlaşması’na taraf oldu. Kalan altı ülke Libya, İran, Irak, Yemen ve Eritre ile birlikte Türkiye’ydi. Ülkemizin Paris Anlaşması’na taraf olmak için bazı istekleri bulunuyordu. Bunlar İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek-1 listesinden çıkmak ve iklim değişikliğinden etkilenen ülkelere yardım etmek için oluşturulan Yeşil İklim Fonundan yararlanmak olarak sıralanabilir. Bunlardan özellikle İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek-1 listesinden çıkma ısrarı uzun yıllardır devam etmekte olup, Sözleşme’nin ve daha sonra sera gazı salımlarını azaltmak için hazırlanan Kyoto Protokolü’nün imzalanması da ancak ülkemizin gelişmiş ülkelerin yer aldığı Ek-1 listesinde özel statü verilip sera gazı emisyonları azaltılması yükümlülüğü kaldırıldıktan sonra gerçekleşmişti. Her ne kadar Paris Anlaşması’nda ülkelere herhangi bir sera gazı azaltım zorunluluğu getirilmese ve azaltımlar tamamen gönüllülük esasına bağlansa da ülkemiz Ek-1 listesinden çıkma ısrarını sürdürdü. Bu ısrarın altında Ek-1 listesindeki ülkelerin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamaması bulunuyordu. Ancak 31 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında Glasgow’da yapılacak 26. Taraflar Konferansında ülkemizin Paris Anlaşması’na taraf olmaması nedeniyle sadece gözlemci olarak yer alacak olması, bu nedenle müzakerelerde söz hakkı bulamayacak olması Paris Anlaşması’nın onaylanmasındaki ilk gerekçe olarak görülebilir. Ancak diğer yandan Dünya Bankası, Fransa ve Almanya’dan ülkemizin Paris Anlaşması’nın gereklerini yerine getirmesi için toplam olarak 3.1 milyar avroluk bir kredi sağlanması ve bu kredi için Paris Anlaşması’na taraf olunması şartının bulunması da adımları hızlandırdı. Ayrıca karar vericilerin kararlarında ne kadar etkili olduğu bilinmez ama özellikle 2021 yılında yaşanan seller, orman yangınları ve kuraklıkların da Paris Anlaşması’na taraf olunmasında etkisi olabilir. Süreci hızlandıran diğer bir etken de AB’de Yeşil Mutabakat’ın devreye girmesi olabilir. Özellikle sınırda karbon vergisi gibi bazı uygulamalar başta karbon yoğun özel sektörler olmak üzere ihracat yapan özel sektörü zor durumda bırakacağı için sektör temsilcilerinin iklim değişikliği konusunda bazı adımlar atılması yönünde ilgili bakanlıklarla görüştükleri biliniyor.
“KÖMÜRLÜ TERMİK SANTRALLER KAPATILMADAN NET SIFIR HEDEFİNE ULAŞMAK OLANAKSIZ”
Paris İklim Anlaşması’nı imzalamak Türkiye’nin emisyon politikalarında ne gibi değişikliklere yol açacak? Mesela termik santraller kapatılacak mı?
Ülkemizin bundan sonra hızlı bir şekilde emisyon azaltım hedefleri oluşturması gerekiyor. Hatta Paris Anlaşması gereği 2050 yılında kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşmak için yol haritası oluşturmalı. Nitekim ülkemizde 2050 olmasa da 2053 için bu hedefin olduğu açıklandı. Net sıfır karbon emisyonu atmosferden alınan ve atmosfere verilen sera gazları emisyonunun eşit olması anlamına geliyor. Bunun için 2019 yılında 506 milyon ton CO2 eş değeri olan emisyonlarımızın ormanlar ve diğer doğal ekosistemlerin atmosferden aldığı 84 milyon ton CO2 eş değerinin altına indirmesi gerekli. Başka bir ifadeyle önümüzdeki 30 yıl içinde 422 milyon ton CO2 eş değeri azaltım yapmak zorundayız. 506 milyon ton CO2 eş değeri emisyonun 364 milyon tonu enerjiden kaynaklandığı için önceliğin enerji sektörüne verilmesi zorunluluğu var ve Anlaşmanın hedeflerine kömürlü termik santraller kapatılmadan ulaşmak neredeyse imkansız. Çünkü azaltımların çok daha zor olduğu örneğin tarımdan kaynaklanan ve 68 milyon ton CO2 eş değeri civarında olan emisyonlar dikkate alındığında bir an önce enerji, ulaşım ve sanayiden kaynaklanan emisyonları azaltmak için bir yol haritası oluşturmalıyız. Üstelik bunları karbon yutakları olan ormanlar ve diğer doğal ekosistemleri tahrip etmeden yapmalıyız. Çünkü bu ekosistemler tahrip oldukça depolayacakları karbon da azalmakta ve daha fazla azaltım yapmak zorunlu hale gelecektir. Ancak ülkemizde karbon yutaklarınca atmosferden alınan CO2 miktarları da son yıllarda azalmakta. Örneğin 2017 yılında 100 milyon ton CO2 eş değeri olan atmosferden alınan karbon miktarı 2019 yılında 84 milyon ton CO2 eş değerine gerilemiştir.
“KARAR VERİCİLERE İKLİM POLİTİKALARINDAN VAZGEÇMELERİ İÇİN BASKI YAPMALIYIZ”
Anlaşmaya eleştirel bir gözle bakarsanız nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Paris Anlaşması, tüm ülkelerin iyi niyetle hareket edeceği ve azaltım hedeflerini net sıfır emisyona yönelik hazırlayacakları düşünülerek hazırlanmış. Çok tartışılan iklim adaletinin sağlanması için de sera gazı emisyonlarının başlıca sorumlusu olan gelişmiş ülkelerin destekleyeceği bir fon oluşturularak sorumlu olmayan ancak iklim değişikliğinden etkilenen ülkelerin bu fondan yararlanmaları öngörülmüş. Ancak aradan geçen zaman gösterdi ki ne emisyonlar azaldı ne de Yeşil İklim Fonunda öngörülen yardımlar toplanabildi. Bu nedenle şimdiye kadar başarısız olduğu söylenebilir. Ancak azaltım konusunda yükümlülükler getirilmesinin de etkili olmadığını Kyoto Protokolü’nden biliyoruz. Taraflar konferanslarındaki görüşmelerin daha çok pazarlıklar üzerinden gitmesi ve ‘Sen daha fazla kirlettin ben daha az kirlettim’ ekseninde kalmasının çözümün önündeki en büyük etken olarak görüyorum. Bu nedenle bizlerin karar vericilere kısa vadeli ve tamamen ekonomi üzerinden oluşturulan iklim politikalarından vazgeçilmesi için baskı yapılması bu kısır döngüden çıkmamızı sağlayabilir.
“GLASGOW’DAN UMUDUM YOK!”
Son olarak kasım ayında Glasgow’da yapılacak toplantıdan umutlu musunuz? Sizce toplantıda ne çıkar ve bu sonucun iklim krizine etkisi ne kadar olur?
Daha önce 25 defa toplanan taraflar konferanslarının birçoğuna büyük umutlarla gidilmiş ve sonrasında devrim niteliğinde kararlar alındığı da açıklanmıştı. Ancak geçen yıl hariç 1995 yılından itibaren her yıl düzenlenen taraflar konferanslarına rağmen sera gazı salımları giderek arttı, iklim değişikliğinden etkilenen ülkelere söz verilen yardımlar yapılmadı. Bu nedenlerle 26. Taraflar Konferansından da umutlu değilim. Toplantıdan ülkelerin daha fazla sera gazı emisyonu azaltımı yapmaları, Yeşil İklim Fonuna yardımlarını aksatmamaları ve ilki 2015 yılında verilen 2030 yılı emisyon projeksiyonlarını içeren katkı niyet beyanlarını güncellemeleri için bir takvim oluşturulması kararları alınabilir. Bu kararların da iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması için çok fazla bir etkisi olmaz. Biraz karamsarca olabilir ama tüm dünya olarak iklim değişikliği konusunda bıçak kemiğe dayanmadığı sürece çok etkili önlemler alınması mümkün görünmüyor.
Bu Yazı 23.10.2021 Tarihinde Evrensel.Net’te Yayınlandı